İÇİMİZDEKİ KÖTÜLÜK


 “Kötüsün. Öyle bir kötüsün ki, kötülüğünü bitirmek istiyorsun. Kötülüğünün farkında olanın imanı bizi aşar, arşa değer."

    İnsan; etrafındakilerin hatalarına, kusurlarına, kötülüklerine o denli duyarlı yaşıyor ki kendi içindeki eksikliğin ve kötülüğün farkında olamıyor çoğu zaman. Her zaman haksızlığa uğrayanın kendisi olduğunu düşünerek, kendini aklayarak ilerlediği bir yolda ise olgunlaşmasının, kemâle ermesinin bir çaresi kalmıyor. Çünkü bana kalırsa kişinin gelişmesi, ruhsal olarak iyileşmesi, eğer bir dine inanıyorsa da imani olarak olgunlaşması kendi içindeki kötülüğü irdelemesi ile başlıyor. Sağlıklı bir iç eleştiriden, vazife şuuru yüksek bir iç polisten bahsediyorum. 

    İnsan başkalarını eleştirerek kendini yücelttiği yanılgısına kapılabilen bir varlık. Kendimizi başkalarının polisi olmaya ne kadar adarsak, onların sahip oldukları kötülüklerin dedektifi olmaya ne denli gönüllü olursak; kendimizi tanımaya, geliştirmeye ve iyileştirmeye o kadar sırtımızı dönmüş oluruz esasında. Belki fiile döktüğümüz kötülüklerin pişmanlığını zaten yaşıyoruzdur veya gerçekten o kadar da kötü fiillere sahip değilizdir, bu da mümkün ama iş burada bitmiyor bana kalırsa. Her insanın içe dönük bir yoğunlaşma haline ihtiyacı var. Kendimizi dinlemeye, kendimizi en çıplak ve en yalın halimizle tanımaya ihtiyacımız var. Duygularımızın her birine tek tek eğilip irdelemeye belki. Kulağa çok uçuk kaçık geliyor olabilir ama iç dünyamızın felsefesini yapmalıyız. Bunun için dış dünya olgularının felsefesini yapan insanların düşüncelerinden yardım alabiliriz. Felsefe insana en çok soru sormayı öğretiyor bana göre ve içimize eğilirken buna epey ihtiyacımız var. Titiz bir sorgudan geçirmeli kendini. Bu arındırıcı süreçte kendini yıkamaya başlayanlar için ise artık etraftaki insanların kötülüğü veya kusurları dikkat çekici olmaktan çıkıyor. Burada iyileştirmesi bizim sorumluluğumuzda olan veya duyarlı olmamız gereken durumları tırnak içerisinde ayırıyorum. Gerçi bunun sınırları da tartışmaya açık bir konu elbette.

    Yukarıda kalın punto ile tırnak içerisinde belirttiğim ve bir dizide geçen bu cümle beni hem etkiledi hem de bu konuda düşündürdü. Kötülüğünün farkında olma halinin yüceliğini fark ettirdi. Ve aynı zamanda ne denli kötülüğümüzü fark etmeden, kötülüğümüze kör bir şekilde yaşamaya çabaladığımızı. Bu şekilde yaşama çabasının sonucu boşa bir yorgunluk çünkü. İçindeki kötülüğü fark etmeden, iyileştirme gayreti olmadan şekli olarak yapılan her şey yorgunluktan ibaret. 

    Özellikle İslam çerçevesinde incelediğimizde daha farklı yerlere de götürüyor bizi bu cümle. Dinin insanlara yüklediği bazı sorumluluklar var ve inanan insanlar ellerinden geldiği ölçüde bunları yerine getirmeye  ve yine dinin belirlediği sınırları korumaya çalışarak yaşıyor. Herkesin bu konudaki çabası da gayreti de yalnızca kendisini ilgilendirir ve inandığı Rabbi ile kendi arasındadır elbette. Dikkat çekmek istediğim nokta şu ki, böyle kriterlerin olması insan olarak bizi bazı tehlikelere atabiliyor. Sınır ve sorumluluklara bir eleştiri değil bahsettiğim tehlikenin varlığı. Aslında tehlike içimizdeki duygularda. İyileştirmemiz gereken duygular olduğundan yukarıda bahsetmiştik. Onlardan belki yalnızca bir tanesi bu durumda çıkıyor karşımıza. 

"O günah ki, insanı küçültür, zillet ve iftiraka götürür; insanı büyüten ve kibre götüren taatten daha hayırlıdır."

    Dışarıdan; inandığı kimliğe uygun bir yaşama sahip, yine kendisi gibi düşünen insanlardan oluşan çevresinde inandığı dinin görev ve sorumluluklarını eksiksiz yerine getirmeye çalışan bir birey olma halinin tehlikesi kibir duygusu olabiliyor. İkinci olarak alıntıladığım kalın puntolu cümle de bununla ilgili. Bu ifade baştaki cümleye paralel bir gerçeği ifade ederken bizi tehlikeye atabilecek duygulardan birine de ışık tutuyor. İnanılan dinin tüm gereklerini mükemmele yakın bir şekilde yerine getirmeye çalışırken diğer insanlara karşı azıcık bir üstünlük duygusu hissetmenin insanı yine kendi inandığı dinin öğretilerine göre en aşağı seviyelere düşürebildiğini ve buna kibir duygusunun sebep olduğunu kavratıyor.

    Şekilde kalan, irdelenmeyen ve sorgulanmayan her şey anlamını yitiriyor. Değerini kaybediyor. İşlenmeyen kömür elmasa dönmüyor. Kazmadığın bir toprağa ne kadar tohum atarsan at bitmiyor. İnsan da irdelenmediğinde değerini bulamıyor. Sanki kendi kendimizin sarrafı olmaya gelmişiz dünyaya. Kömürlerden elmaslara dönüşebilmek için bir yol çizilmiş de gerekeni yapmak bize düşmüş gibi. Kömür gelip kömür gitmek de ihtimaller dahilinde. Burada tercihi yapacak olan insanın kendisi. Her birey, esasında farkında olarak veya olmayarak hayatına bir anlam bulma gayretindedir. Yanlış yerlerde aradıklarımız, boşa yorgunluk ve acıdan başka bir şey getirmiyor bizlere. Ne varsa aradığımız kendi içimizde. 

Yorumlar